yükleniyor
TÜRKİYE İŞ BANKASI’NIN
ÇOCUKLARA ARMAĞANIDIR
Yaz
2016
Sayı 24
Böcekler
1 /48
2 /48
İletilerinizi
[email protected] e-posta adresine ya da
İş Bankası Kültür Yayınları
İstiklal Caddesi Meşelik Sokak No:2 Kat:4 Beyoğlu / İstanbul posta adresine gönderebilirsiniz.
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
Kültür Yayınları İş Türk Anonim Şirketi
İstiklal Caddesi Meşelik Sok.
No:2 Kat:4 Beyoğlu / İstanbul
Telefon: 0 212 252 39 91
Faks: 0 212 252 39 95
www.iskulturyayinlari.com.tr
Kumbara Dergisi
Sayı 24
Üç ayda bir yayımlanır
Kültür Yayınları İş Türk Anonim Şirketi
adına sahibi
Suat E. Sözen
Sorumlu Yazıişleri Müdürü
Ahmet Salcan
Yapım
Bilim ve Çocuk
Yayıncılık Tic. Ltd. Şti.
Yapım, İnteraktif Tasarım ve Uygulama
İnova
İletişim, Reklam ve Yay. Hiz. Ltd. Şti.
www.inovatasarim.com
Genel Yayın Yönetmeni
Çağlar Sunay
Yazarlar
Ayşenur Erkmen
Bediz Büyükyıldırım Gürel
Çağlar Sunay
Muzaffer Özgüleş
Özgür Serdar Altunoğlu
Yasin Emrah Yağız
Görsel Yönetmen
Cemal Töngür
Grafik Uygulama
Ayça Tercioğlu
Danışman
Klinik Psikolog
Çiğdem Çalkılıç Taylor
PUSULA Psikoloji
İş Bankası tarafından
ücretsiz olarak dağıtılır.
GÖRÜNTÜ KAYNAKÇASI
Aşağıda belirtilenler dışında kullanılan görüntülerin kaynağı www.shutterstock.com,
www.visualphotos.com, www.istockphoto.com ve NASA Images’tir.
BİLDİĞİNİZ BÖCEKLER: 5. sayfa orta alt Plantsurfer, sağ alt Hcrepin; ÇOCUKLARIN LİMYRA’SI: Zeynep Kuban; KUSURSUZ BÖCEKLER: 10. sayfa sol orta Xavier Vázquez; KOCAMAN BİR AİLE: Fatih Pınar; BÖYLE SEVGİ GÖRÜLMEDİ: Onur Kenber koleksiyonu
www.kumbaradergisi.com
3 /48
Merhaba arkadaşlar...
Sonunda yaz geldi ve okullarımız tatil oldu. Sürekli derslerle ve sınavlarla geçen bir dönemin ardından artık biraz dinleneceğiz ve eğleneceğiz. Eh, hak ediyoruz ama... Parklarda, bahçelerde arkadaşlarımızla bol bol oyun oynayacağız. Tabii ara sıra evde kalıp kitaplarımızı ve dergilerimizi ihmal etmezsek de iyi olur, değil mi?
Bu sayımızın teması böcekler. Kimilerinin hemen dudak bükmesine yol açan bu minik dostlarımız gerçekte dünyadaki yaşamın temel öğelerinden biridir. Einstein’ın dediği gibi arılar bir anda yeryüzünden yok olsa, insan uygarlığı kısa zamanda çökebilir. Yani böcekler aslında çok önemlidir. Evlerimizin dışında hemen her yerde bolca rastladığımız bu minik dostlarımızı ele alan ilginç yazılarımız var.
Biliyorsunuz bu yaz, geçen yazlardan biraz farklı; ayrı bir önem taşıyor. Dört yılda bir düzenlenen Olimpiyat Oyunları yapılacak. Bu sayımızda olimpiyatların simgesi sayılan maratonla ilgili güzel bir yazı yer alıyor. Bundan başka, sanki bir uzantımız haline gelen kulaklıklarımızla ve gözde eğlence aracımız kaykaylarla ilgili de birer yazımız var. Ama herhalde en çok tarihin oyunla, mimarinin eğlenceyle iç içe geçtiği süper etkinlik “Çocukların Limyrası”nın anlatıldığı söyleşi hoşunuza gidecektir.
Bu sayıdaki öykümüz İş Bankası Kültür Yayınları’ndan çıkan Süperkedi Parti Huysuzuna Karşı adlı resimli kitabın ilk bölümü. Güzel resimlerle bezeli bu sürükleyici romanın ilk bölümünü okuduktan sonra geri kalanını da okumak isteyeceğinizden eminiz. İllüzyon ve Aklınızı Kullanın köşeleri yine becerilerinizi göstermeniz için sizleri bekliyor. Mektup ve e-postalarla sizden gelen resim ve şiirlerin arasından yaptığımız küçük seçkiyi Sizden Gelenler köşemizde bulacaksınız. Derginin 36 ve 37. sayfalarında sizin için bir infografiğimiz var. İnfografik bilgileri şemalar, resimler ve fotoğraflar yardımıyla hızlı ve açık olarak anlatmaya yarayan bir tür posterdir. Umarız hoşunuza gider.
Yirmi beşinci sayıda buluşmak dileğiyle, hoşça kalın...
Kumbara Dergisi
Sunuş
3
Kumbaramızda
4
Bildiğiniz Böcekler
5
Çocukların Limyra’sı
7
Kusursuz Böcekler
11
Biliyor muydunuz?
12
Böcek Sevenler
14
Sanki Bir Uzantımız
Kulaklıklarımız
16
Acaba Ne Olurdu?
18
Kocaman Bir Aile
20
Maratonun Efsanevi Öyküsü
22
Kaykay
24
Böyle Sevgi Görülmedi!
26
Kısa Öykü: SüperKedi Parti-Huysuzuna Karşı
28
İnfografik:
Dağlar ve Çukurlar
32
İllüzyon:
Bardakların Dibi mi Delik?
34
Aklınızı Kullanın
36
Satranç Oynuyoruz:
İki Fil ile Mat Etmek
40
Genç Okurun Dünyası
42
Sizden Gelenler
44
Mercek Altı: Uçuşan Büyülü Işıklar Ateşböcekleri
46
Kumbaramızda
4 /48
Böcekler her yerdedir. Minik yapıları sayesinde dünyanın her yanında, her ortamda yaşayan böcekler vardır. Belki boyları çok küçüktür; ama en başarılı hayvan grubu da onlardır. Şu ana kadar isim verilmiş 900.000 böcek türü vardır. Başka hiçbir grubun tür sayısı onlarınki kadar çok değildir. Yeryüzündeki her 10 hayvan türünden 8’i böcektir. Daha da 2 milyon ila 30 milyon arasında tanımlanmamış böcek olduğu tahmin edilmektedir.Yalnızca tür sayısı açısından değil, nüfus açısından da en kalabalık onlardır.
Bulunan böcek fosillerine göre böcekler yaklaşık 400 milyon yıldır yeryüzünde varlar.
Sinekler tat almak için ayaklarını kullanır. Ayakları bizim dilimizden 10 milyon kez daha duyarlıdır.
!
Dünyadaki her insana 200.000.000 böcek düşer. Yani kişi başına yaklaşık 150 kg böcek
Başını çevirebilen tek böcek peygamberdevesidir.
Boyları 6-11 cm arasında değişen Golyat böcekleri en ağır böceklerdir: Yaklaşık 100 g ağırlığında olurlar.
5 /48
Arılar bizim göremediğimiz morötesi ışınları da görürler. Çiçeklerin birçoğunda arılara yol gösteren (onları çiçek özlerine yönlendiren) morötesi işaretler vardır.
Sivrisinekler kanatlarını saniyede 500 kez çırpar. Gece uyurken kulağımıza gelen o sevimli ses de bundan kaynaklanır.
Yeryüzünde yaşamış kanat açıklığı en büyük uçan böcek bir tür yusufçuktu. Günümüzden 300 milyon yıl önce yaşayan Meganeuropsis permiana’nın kanat açıklığı 65 cm’yi buluyordu.
Normal fotoğraf
Morötesinde çekilmiş fotoğraf
65 cm
Yusufçuklar saatte 100 km
hızla böcekler dünyasının en
hızlılarından biridir. Aynı zamanda
en keskin görüş de onlarınkidir.
Kanat açıklığı en büyük böcek bir tür güvedir. Orta ve Güney Amerika’da yaşayan beyaz cadı adlı bu güvenin kanat açıklığı 30 cm’dir.
6 /48
Her Eylül ayında Antalya’daki Limyra antik kenti çocukların oluyor. Hem de oyunlarla, atölyelerle, tiyatro gösterileriyle ve gezilerle… Yüzyıllardır sessiz sedasız duran bir Likya kenti nasıl şenleniyor, görmek ister misiniz?
7 /48
Limyra da neresi?
Limyra, Antalya’nın Finike ilçesinin Saklısu Köyü’nde bir antik kent. Deniz kenarında değil, dağların arasında ve muhteşem bir su kaynağının yakınlarında. (Yaz aylarında serinlemek için birebir!) Harabeler de köyün neredeyse tam ortasında yer alıyor… O kadar ortada ki antik tiyatronun kalıntılarının önünden yol geçiyor! Yani köylüler her gün tarihin içindeler, tabii köyün çocukları da!
Limyra bir zamanlar (2500 yıl kadar önce!) Likyalıların önemli bir kentiymiş. Likyalılar da Antalya ve çevresinin en önemli uygarlıklarından biriymiş. Belki, Likya Yolu’nu duymuşsunuzdur. Limyra’yı önce Persler ele geçirmiş, sonra da Büyük İskender almış. Daha sonra Romalılar, Bizanslılar derken, kent zaman içinde terk edilmiş ve yapıların üstü toprakla kaplanmış. Ta ki 1969’da arkeologlar burayı kazmaya başlayana kadar…
Çocukların Limyra’sı
nasıl ortaya çıkmış?
İTÜ Mimarlık Fakültesi’nde öğretim üyesi olan Zeynep Kuban, 2010’dan beri bu antik kentin kazı koordinatörlüğünü yapıyor. Antik kentin yanı başındaki köyün çocuklarına ve büyüklerine burayı harabeleri anlatmak istemiş. Köylülerin yaşadıkları toprakların tarihini öğrenmeleri ve bu eserleri korumaları için kazı yapmak yetmez, diye düşünmüş. Yanına üniversitedeki öğrencilerinden bazılarını da almış. Limyra’yı çocuklara keyifli bir şekilde anlatmaya karar vermişler. Böylece ortaya tarihin oyunla, mimarinin eğlenceyle iç içe geçtiği bir etkinlik çıkmış: Çocukların Limyra’sı.
İşte, bu ekip, 2011’den beri her yaz sonunda, okulların daha açılmadığı eylül ayının ilk günlerinde, Limyra’nın, pardon Saklısu Köyü’nün, çocuklarıyla bir araya geliyor. Aslında yaptıkları, Limyra’da 1969’dan beri süren arkeolojik kazıların sonuçlarını, Saklısu Köyü’nün ilköğretim çağındaki çocuklarına oyun, tiyatro ve birtakım görsel malzemelerle anlatmak… Önceleri kazı ekibi orada değilken atılan çöplerle harabeler kirletiliyormuş. Ama artık herkes (başta çocuklar tabii!) antik kente sahip çıkmaya başlamış.
Orada Neler
Oluyor ki?
Çocukların Limyra’sının bir haftalık bir programı var ve her gün birbirinden zevkli atölyeler yapılıyor. Ne atölyesi mi? Tiyatro, maket, kukla, dans, dikiş, resim, ritim, ses, boyama, heykel atölyeleri… Tarihi, arkeolojiyi, mimarlığı bir oyun güzelliğinde keşfetmek için birebir! Üstelik atölyelerde öğrenilenler, son gün bir gösteriye dönüşüyor. Anneler, babalar, akrabalar ve komşular antik tiyatroyu doldurup sahnede çocuklarını izliyor. Limyralı çocuklar bu bir haftayı nasıl geçiriyor, gelin yakından bakalım.
Atölyelerin yeri tiyatro olunca, çalışma konuları da doğal olarak sahne sanatlarıyla ilgili oluyor.
Antik tiyatronun altındaki tonozlar sıcakta çalışmak (ve de eğlenmek) için en uygun yer.
8 /48
Ses atölyesinde makarna ve pirinçten bile çalgı yapılıyor! (Sesi nasıl acaba?)
Heykel atölyesindeki heykeltıraşlar iş başında!
Atölyeler boyunca dekoru, kostümleri, maskeleri, kuklaları, oyunları ve danslarıyla hazırlanan gösteriler, etkinliğin sonunda bölgede yaşayanlara sunuluyor.
Kostüm ve dikiş atölyesinin ürünleriyle oyuna hazırlanan çocuklar.
9 /48
Başka arkeolojik alanlarda benzer etkinliklere katılmak ister misiniz? O zaman şunları inceleyebilirsiniz:
Aşıklı Höyük, Aksaray
Yeşilova Höyüğü, İzmir
Çatalhöyük, Konya
Çocuklar için arkeoloji atölyesi
Yeşilova Höyüğü’nde Arkeoloji Eğitimi
ve Zamana Yolculuk yaz kampı
Köyün en yaramaz çocukları bu atölyede bir araya gelmiş. Enerji fazlalarını “neyimiz eksik?” sorusuna yanıt arayarak ve akıllarına geleni yaparak atmışlar! Akıllarına ilk gelen de futbol oynamak için ‘kalelerinin olmadığı’ olmuş ve meyve kasalarından kale yapmaya koyulmuşlar. Bitirince kendi eserlerinin önünde fotoğraf çektirmeyi de ihmal etmemişler…
“Neyimiz Eksik?”
atölyesi
Minikler için
Limyra konulu bir boyama kitabı bile hazırlanmış.
Şu videoları da
mutlaka izleyin:
10 /48
www.uykusuzanneler.com/catalhoyuk-arkeoloji-yaz-atolyesi-basliyor
www.asiklihoyuk.org/cocuk_atolyesi.html
yesilovahoyugu.bornova.bel.tr
egitim.ege.edu.tr/~egecem
www.facebook.com/CocuklarinLimyrasi
cocuklarinlimyrasi.tumblr.com
www.vimeo.com/channels/cocuklarinlimyrasi
Böceklerin en başarılı hayvan grubu olmasının nedenlerinden biri de beden yapılarıdır. Bedenleri bir tür esnek zırhla kaplıdır. Küçüktürler, her yere sığarlar ve az yerler; olağanüstü gelişmiş algı organları vardır; kanatları sayesinde her yere uçarak gidebilirler.
11 /48
muydunuz
?
Halkalar
Köpekbalığının
Dişleri
Uçakların da Üstünde
En Yüksekler
Nemo Noktası
Beyaz fon üzerinde iç içe
geçmiş mavi, sarı, siyah, yeşil
ve kırmızı renkli beş halka Olimpiyat Oyunları’nın simgesidir. Vermek istediği mesaj, Olimpiyat Oyunları’nın bütün kıtalardan atletlerin bir araya geldiği, bütün ülkelere açık, uluslararası bir etkinlik olduğudur. Ancak halkaların özel olarak karşılık geldiği kıtalar yoktur; hepsi birden Asya, Avrupa, Afrika, Kuzey ve Güney Amerika ile Okyanusya’ya karşılık gelir.
Köpekbalıkları yaşamları boyunca 30.000 diş çıkarabilir.
Orta Afrika’da yaşayan benekli akbabalar zaman zaman 11.300 m yükseklikte
uçarlar.
Nemo noktası yeryüzündeki en ıssız noktadır. Büyük Okyanus’un tam anlamıyla ortasında yer alır. Adını Jules Verne’in Denizler Altında 20.000 Fersah adlı kitabının baş kahramanı Kaptan Nemo’dan almıştır. Nemo Latince’de “insansız” anlamına gelir.
Dünyanın en yüksek 100 dağı Asya kıtasındadır.
Koordinatlar:
45°52’ Güney, 123°23’ Batı
En yakın karaya 2688 km uzakta.
Çevresinde 11,3 milyon km2
boş deniz var.
400 km
Uluslararası
Uzay İstasyonu
2688 km
2778 km
2688 km
Auckland
Yeni Zelanda
Paskalya Adası
Maher Adası
Antarktika
Büyük Okyanus
12 /48
Olimpiyat Madalyası
Pusulaların Yönü
Hep Değişiyor
Buharlı Araba
Basketbol
Yıldırımın Sıcaklığı
Dinamit Ağacı
Güney Amerika’da yetişen ve dinamit ağacı denen bu ağacın ilginç yanı gövdesindeki dikenler değildir. 60 metreye ulaşabilen bu ağaç olgunlaşan meyvelerini orman tabanına düşürerek tohumlarını yaymak yerine meyvelerini patlatarak içlerindeki tohumları
45 m’lik bir daireye yayar.
Dünyanın manyetik kutupları
sabit değildir; hareket halindedir. Bir zamanlar Kanada üzerinde olan Manyetik Kuzey Kutbu, şu anda Kuzey Buz Denizi’nde ve her yıl yavaşça Rusya’ya doğru ilerliyor.
1913’ten beri olimpiyat altın madalyaları aslında gümüş ile bakırdan yapılır ve üzerleri altınla kaplanır.
1900 yılında ABD’deki arabaların yüzde 40’ı buharla, yüzde 38’i elektrikle ve yalnızca yüzde 22’si benzinle çalışıyordu.
Basketbol ilk oynanmaya başlandığında top olarak futbol topu kullanılıyordu.
Rusya
Kanada
Kuzey
Buz
Denizi
K
K
Yıldırımlar Güneş’in yüzeyinden 5 kat daha sıcak olur.
13 /48
Eğer koşullar mükemmel olsa, yani hiç düşmanları olmasa ve yeterli yiyecek olsa, bazı böcek türlerinin bir çiftinden bir yıl içinde bütün dünyayı kaplayacak kadar böcek üreyebilir. Ama bu kadar çok böcek türü olmasına karşın, böyle bir şey gerçekleşmiyor. Çünkü böcekler aynı zamanda birçok hayvanın başlıca besin kaynağıdır. Memelilerin, kuşların ve sürüngenlerin yanı sıra, böcekler de başka böcekleri avlayıp yer. Hatta bazı bitkiler bile böceklerle beslenir...
Böcekler yalnızca kendilerinden büyük hayvanların değil, aynı zamanda başka böceklerin de besin kaynağıdır.
Böcekler gerçekte tam bir protein deposudur. Bu nedenle aralarında bazı maymun türlerinin de bulunduğu birçok memeli hayvanın menüsünde yer alırlar.
Belgesellerden çok iyi bildiğimiz gibi
bukalemunlar böceklerin korkulu rüyasıdır. Jet hızıyla fırlayan yapışkan dillerinden kurtulmanın olanağı yoktur.
Hemen akla gelmez ama gerçekte göl ve akarsu kenarlarındaki başlıca böcek avcıları kurbağalardır.
14 /48
Avcılardan kaçtıkları yetmiyormuş gibi bir de bazı oyunbazların elinden kurtulmaya çalışır zavallı böcekler...
Böcekler birçok hayvanın başlıca yiyeceği olmalarına karşın, normal doğa koşullarında yeryüzünün en kalabalık hayvan grubu olmayı başarmışlardır. Güneydoğu Asya mutfağında da belli bir yerleri vardır. Ve eğer bu durum yaygınlaşır da başka ülkelerde de yenmeye başlanırlarsa, korkarız böceklerin de sayısı hızla azalabilir...
En tehlikeli böcek
avcılarından biri de
örümceklerdir. Örümcekler çalıların arasına, ağaç dallarına hatta eski binaların duvar köşelerine kurdukları ağlarında sabırla avlarını beklerler. Ağlarına takılan her beş böcekten biri onların yemeği olur.
Böceklerin bir başka korkulu rüyası da kuşlardır. Gündüzleri kuşlardan saklanıp kaçmaya çalışan böceklere geceleri de yarasalar göz açtırmaz. Yazın sokak lambalarının çevresinde uçuşan yarasalar dikkatinizi çekmiştir herhalde.
Böceklerin çok değerli bir besin kaynağı olduğunu venüs sinek kapan bitkisi de keşfetmiştir.
15 /48
Kulaklık aslında çoğumuza göre yokluğu dayanılmaz sıkıntı yaratan, değerli bir eşyamız hatta bir parçamız! O parçanın en önemli öznesi de kulaklarımız.
Peki farkında olmadan kulaklarımızın düzenli tokatlanması durumuna ne demeli? Hem de bilerek ve isteyerek! Nasıl mı? Masum bildiğimiz, vazgeçilmezimiz kulaklıklarımız aracılığı ile... Şarkılar, bilgisayar oyunları veya filmlerle kulaklarımıza inen masum görünümlü darbeler!
Galiba pek düşünmediğimiz bir konu.
Mors alfabesini dikkatle dinleyen bir telgraf operatörü.
Tabii gençlerin durumu farklı. Onlar kulaklıksız yaşayamazlar.
Yokluğu Bir Dert, Fazlası Zarar
16 /48
Üç yıl sonra kulaklık denen icadın insanlığa hizmet edişinin 100. yıldönümü. Kanadalı Nathaniel Baldwin’in geliştirdiği kulaklıklar ilk kez gelen telgraf sinyallerini dinlemek için kullanılmış.
Günümüzde; müzikseverler, bilgisayar oyunu oynayanlar, telefonun yaydığı radyasyondan etkilenmek istemeyenler DJ’ler ve radyocular, seslendirme sanatçıları, kayıt yapan müzisyenler ve şarkıcılar, TV sunucuları, yönetmen ve kameramanlar, ses montajcıları, çağrı merkezi çalışanları, güvenlik görevlileri, hakemler, pilotlar, iş makinesi, matkap gibi aletleri kullananlar, kulaklık olmadan yapamazlar.
Ya biz gençler? Gençler kulaklıksız yaşayamazlar!
Ağğğğhhh! Hepimizin çok iyi bildiği bir an. Kaçıncı evrede yandı acaba?
Temizlik Konuları
Kulaklıkların aynı zamanda sessizlik de sağladığını anımsatan güzel bir örnek. Yani kulaklıkla kafa dinlemek de ayrı güzel!
İki süper hareket! Kulaklık boynunda ve ustaca şaha kaldırılmış bir kaykay. 10 puan!
Metrekareye üç kulaklığın düştüğü, kulaklık yoğun ortamlardan birisi.
Doktorlar “Buşon temizliği bu pamuklu çubuklarla yapılmamalı; çünkü bu işlem aslında kiri içeri iter. Kulaklarınızı banyoda hafifçe yıkayın. Çıktıktan sonra başınızı yana eğerek bir havluyla kulağınızın nemini alın” diye uyarıyor.
17 /48
Kulaklık kullanımı hem de kulak içine giren tipte olanların kullanımı arttıkça, buşon üretimi yani kulak kiri de artarmış. Kulak havasız kaldıkça bu salgı çoğalır, zaman zaman da ağrı ve çınlamalara neden olurmuş. Büyüklerimiz uyarmakta haklı, baksanıza yüksek sesli kulaklık kullanımından dolayı geçici ve kalıcı işitme kayıplarında büyük artış olduğunu söylüyor doktorlar.
Kulaklığınızı paylaşmadığınız için tebrik ederiz. Zaten kim kulaklığından ayrı kalmak ister ki? Şaka bir yana diş fırçamız, atletimiz gibi kişisel bir eşyamızdır o da. Kulaklıklarımıza da arada bir bakım yapmalı, onları temizlemeliymişiz. Ayrıca bu sıcak havalarda, terleme ve neme dikkat!
Dünyadaki herkes
aynı anda zıplasa,
ne olurdu?
Acaba işbirliği yapsak yer yerinden oynar mı? Ya da yerçekimini şıp diye kapatsak, ne olur? Bunların gerçekleşmesi olanaksız, bu nedenle sorulması da anlamsız gibi gelebilir. Ama birçok büyük icadın uçuk bazı hayallerden yola çıkılarak gerçekleştiğini de unutmayın!
Acaba
Ne Olurdu
?
18 /48
Hiç arkadaşlarınızla sınıfta aynı anda zıpladınız mı? Ya da bir yaya üst geçidini veya köprüyü geçerken zıplayıp ufak bir sarsıntı yarattınız mı? Bir de dünyadaki tüm insanların anlaşıp aynı anda zıpladığını düşünün… Acaba ne olurdu? Dünya’yı yörüngesinden oynatabilir miydik? Ya da küçük bir deprem yaratabilir miydik? Yoksa 7 milyar insanın aynı anda zıplamasının başka etkileri mi olurdu?
Fizikçiler yememiş içmemiş, bunu da hesaplamışlar… (Japonya’da 2011’de meydana gelen 9 büyüklüğündeki depremden sonra Dünya’nın dönüşünün hızlandığını ve günlerin 1,8 mikrosaniye kısaldığını hesapladıkları gibi!) Zıplamamızın yaratacağı etkiyi artırmak için dünyadaki herkesi bir araya topladığımızı düşünelim. Yedi milyar insan dip dibe durunca Ankara şehir merkezi büyüklüğünde bir alana sığabilir. Bu kitle yerden 30 cm yukarıya zıpladığında… Ve aynı anda ‘güm’ diye yere düştüğünde…
Neredeyse hiçbir şey olmaz. Çünkü bütün insanların toplam kütlesi Dünya’nın devasa kütlesinin yanında hiç kalır (yaklaşık 19 trilyonda biri!). Yani bir kamyonun ağırlığının yanında bir pirinç tanesinin ağırlığı gibi bir şey! Bu nedenle aynı anda zıplamanın yapacağı etki, Dünya’yı ancak bir atomun yüzde biri kadar öteye götürür. Ve 14 milyar ayak tekrar yere indiğinde Dünya da eski yerine geri döner. Ama üzülmeyin, bunca çaba da boşa gitmez. Küçük çaplı bir sarsıntı hissedilir, hatta bunun ünlü Richter ölçeğinde minik bir karşılığı bile olur… Ama hepsi bu kadar! Kendimizi çok da büyümsememeliymişiz değil mi?
Yerçekimi
olmasa,
ne olurdu?
Sizin de aklınıza takılan ilginç sorular varsa bize yazın, burada yanıtlayalım. Unutmayın, bazen mantıksız görünen sorular büyük buluşlar ortaya çıkarabilir!
19 /48
Ay’da yürüyen astronotların uçarcasına adım atışları sizin de hoşunuza gitmiyor mu? “Keşke Dünya’da da yerçekimi çok az olsa, bir zıplayışta on metre öteye gidebilsek” diye düşündüğünüz oluyor mu? Peki ya hiç yerçekimi olmasa? Böyle bir dünya acaba nasıl bir yer olurdu? Herkesin Süpermen gibi havalarda uçtuğu bir gezegen daha mı güzel olurdu, yoksa cehenneme mi dönerdi?
İnsanlar günlük yaşamını sürdürürken bir anda yer çekiminin “kapatıldığını” hayal edelim. O an herkes bir anda “Ay yürüyüşü modu”na geçer, bir zıplayışta uzayın derinliklerine kadar uçabilir, hatta geri dönemeyebilirdi! Suda yüzer gibi havada kulaç atarak ilerlemeyi öğrenir, istediğimiz yere kuş gibi uçarak ya da bir yeri iterek gidebilirdik. Ama her şey sandığınız kadar da rahat olmazdı.
Çünkü yalnızca insanlar değil, çevremizdeki tüm nesneler havada uçuşmaya başlardı. Arabalar, eşyalar, hayvanlar, ağaçlar, hatta temeli zayıf evler bile… Üstelik atmosfer de yerçekiminden kurtulup uzaya dağılır ve soluk alamaz hale gelirdik. Denizler ve okyanuslar da aynı şekilde gökyüzüne doğru savrulmaya başlardı. Sonuç oksijensiz, sulu, tozlu topraklı, her şeyin iç içe uçuştuğu bir Dünya... Bu manzara karşısında yerçekiminin olması, olmamasından çok daha iyi diyebiliriz!
Aziz Nesin’in Uyusana Tosunum’u okumuşsunuzdur ya da belki Pırtlatan Bal’ı veya Şimdiki Çocuklar Harika’yı okumakla kalmayıp okulunuzda sahnelemiş de olabilirsiniz. Daha başlamadıysanız okumaya hiç üzülmeyin her yeni yaşınıza bastığınızda Aziz Nesin’in yazdıklarından okuyacak yeni kitaplar sizin tarafınızdan keşfedilmeyi bekliyor olacak.
Böylesine üretken bir yazarı merak ediyor olabilirsiniz. 1995 yılında yaşama veda eden Aziz Nesin aslında hem yazdığı onlarca kitapla hem de Çatalca’da çocuklar için kurduğu vakıfla hâlâ aramızda. Biz sizin için Çatalca’ya Nesin Vakfı’na gidip orada yaşayan arkadaşlarınızla uzun uzun söyleştik.
20 /48
Çatalca’da kurulan Nesin Vakfı’nın inşaatı 1974’te başlanmış. 1980’de de vakıf ilk çocuklarına kavuşmuş. O günden beri yüzlerce çocuk yaşamış Nesin Vakfı’nda. Mutlu kahkahalarıyla her biri vakfa başka bir güzellik katmış. Çocuklar burada büyümüş ve yaşama atılmışlar. Bu çocuklardan biri de 1990’da 12 yaşındayken Nesin Vakfı’na gelen ve bugün vakfın müdürü olan Süleyman Cihangiroğlu. Eğitim müdürlüğü görevini de Özgün Dündar Cihangiroğlu üstlenmiş. Onlar çocukların Süleyman Abisi ve Özgün Ablası. Daha bir sürü abi, abla ve kardeşin olduğu kocaman, sıcacık bir aile burası.
Nesin Vakfı’nın kapısından girer girmez eşsiz bir yere adım attığınızı anlıyorsunuz. Her karışına özenilmiş, yaşayan herkesin izlerini taşıyan bu kocaman ailenin güzelim bahçesi karşılıyor sizi. Hemen kendi dünyasının içine alıveriyor. Burada olup biten her şeyin sorumluluğu birlikte paylaşılıyor. Kararlar birlikte veriliyor, işler birlikte yapılıyor. Buradaki çocuklar bir köpeğin, bir çiçeğin de kendileri kadar yaşamaya hakkı olduğunun bilincindeler. Doğayla iç içe olmak çok küçük yaşlarda birçok şeyin değerini kavramalarını sağlamış. Doğa, emek ve estetikle yoğurdukları yaşamlarından büyük keyif alıyorlar. İşte bu keyif, kapıdan içeri giren herkese bir anda bulaşıveriyor. Hissettiğiniz bu tarifsiz mutluluğu merak edip soru sormamak kolay değil. Eh, biz de merak ettiklerimizi soruyoruz hemen.
Galeriyi görüntülemek için resme tıklayınız.
21 /48
Kumbara Dergisi: Nesin Vakfı’na ilk geldiğiniz günü anımsıyor musunuz? Neler değişti yaşamınızda?
İlayda: On bir yaşındayım. Vakfa altı yıl önce geldim. Buraya ilk geldiğimde iki abla ve bir erkek çocuk gördüm. Biri şimdi bizimle olan Lütfiye Abla. Girer girmez o erkek çocukla oynamaya başladık. Çocuk, “Merhaba ben Çağdaş” dedi. Sonra Çağdaş’la kaydıraktan arabalar atarak oynadık.
Vakıf sayesinde bir sürü yeni şey öğrendim. Piyano ve klarnet çalıyorum, yüzüyorum, tiyatroyla ilgileniyorum. En çok da okumayı seviyorum.
Berkay: İlk geldiğimde beş yaşındaydım ama iyi hatırlıyorum. Benim gibi renkli pabuç giyen bir çocuk vardı. Furkan mıydı, emin değilim. Pabucunun birisini kaybetmişti, yeni pabuç almışlardı Furkan’a. Odamı birinci kat sandım, orada kimse yoktu sonra bir üste daha çıktım. Okumayı buradaki ablalar öğretti bana.
Cem: On dört yaşındayım. İlk günü çok iyi hatırlamıyorum. Ama küçükken hep Can ve Tunay ile oynuyorduk, onu hatırlıyorum. Kumun üzerine çıkmasınlar diye “Kumun altında ejderha var” diyordum onlara. Ağlayarak kaçıyorlardı. İneklerin yanına gidip onlara saman verip onlar “mö”leyince kaçıyorduk. Ecem’i hatırlıyorum ineklere flüt çalıyordu. Flüt sesini duyan inekler daha çok bağırmaya başlıyorlardı. Biz de daha çok korkuyorduk. Köpekler vardı çok sevdiğim. Onlarla dondurmamı paylaşıyordum.
Bu yıl konservatuvara başlıyorum. Vakıf’ta piyano çalmayı öğrendim. Ve müzik, hayatımın en önemli parçası oldu. Vakıf’a geldiğim için çok mutluyum.
Maide: Ben Nesin Vakfı’na yeni geldim. Bu yıl sekizinci sınıfa başlayacağım. İlk geldiğimde beni Ulaş gezdirmişti. Berivan da benden bir iki saat önce gelmişti. Hemen tanıştık. Günlerim çok iyi geçiyor burada. Kısa zamanda uyum sağladım. Burası çok güzel. Hem müze, hem ev hem aile. Ablalar, abiler, herkes çok iyi. Buraya geldikten sonra seramik yapmaya başladım. Seramik yapmayı çok seviyorum, seramikle hayal ettiğim şeyleri yapabiliyorum. Örneğin eşyalarımı koymak için bir tabağa mı ihtiyacım var onu yapıyorum, süs eşyası yapıyorum. Satıp Vakıf’a gelir sağlayabilecek kadar güzel şeyler yapmak istiyorum. Bazen yaptığımı beğenmiyor, bozup yeniden yapıyorum.
Mısra: Ben de Maide’nin kardeşiyim. Beşinci sınıf öğrencisi olacağım. İlk geldiğimde arkadaşlarım havuza giriyorlardı. Ben de biraz terliydim. Havuza girdim, yüzmeyi öğrenmeye başladım. Kısa sürede yakın arkadaşlarım oldu. Yaz tatilinde hep birlikte “Düşlerim Gerçek Oluyor Kampı”na gittik. Kampta çok güzel zaman geçirdim.
Furkan: Vakıf’a geldiğimde on iki yaşındaydım. Ocak ayının sonuydu. Bir kış gecesiydi. İlayda biz yeni gelenler için piyano çalıyordu ama bir süre sonra utanıp kaçtı. Akşam yemeğinden sonra futbol oynayan çocukların arasına katıldım. Mahallenin en iyi futbolcusuyum diye kandırdım onları. Sonra Vakıf’taki çocukların benden çok daha iyi futbol oynadıklarını görüp biraz utandım. Sonra kandırdığımı itiraf ettim. Meğer herkes biliyormuş.
Vakıf’ı çok seviyorum, en çok da buradaki arkadaşlarımı. Burada beni özel okula gönderdiler, derslerime yardım ettiler. Pamuk diye bir köpeğim vardı ama çalındı. Şırnak’ta çamurdan heykel yapardım burada da seramik yapmayı öğrendim.
Kenan: Sekizinci sınıfa geçtim. Üç yıldır burada yaşıyorum. Vakıf’a ilk geldiğimde Hakan Abi’nin yanında resim yapmıştım. Çok çabuk alıştım. Akşam ateş, su, şimşek diye bir oyun oynamıştık. Bu oyunu çok sevmiştim. Aldığım eğitim, futbol ve buradaki güzel insanlarla çok mutlu oldum.
Esat: Kenan’ın kardeşiyim. Altıncı sınıfa geçtim bu yıl. Vakıf’a geleli dört yıl oluyor. Burada masa tenisi oynamayı, klarnet çalmayı öğrendim. Okul takımıyla masa tenisi turnuvalarına katıldım.
Berivan: Mardin’den geldim. Henüz iki ay oldu. Bu yıl altıncı sınıfa geçeceğim. Burayı çok sevdim. Kısa sürede yüzmeyi öğrendim. Yüzmeyi öğrendiğim için çok mutluyum. Bir türlü öğrenemiyordum. Seramik yapmayı da öğrendim ve çok sevdim. Seramik yapmak için hayal etmek gerekiyor. Başlangıçta hayal edemiyordum ama sonra hayal etmeyi öğrendim.
Kumbara Dergisi: Nasıl öğreniliyor hayal etmek Berivan?
Böyle birazcık abartmak gerekiyor mesela. Geyik heykeli yapacaksam örneğin boynuzları aya kadar gidebilir. Bir de Kenan bana havuzda yardım etti. Teşekkür edememiştim, teşekkürler Kenan!
Ulaş: Bir şubat ayında gelmiştim, dört yıl önce. Özgün Abla’yla konuştum ilk, sonra da Tunay’la. Yaşımı sordu, sekiz yaşındaydım. Burasının doğallığı çok güzel. Matematiği burada sevdim.
Tunay: Arkadaşlarımla oynadığım gizli mektup oyununu hatırlıyorum. Mektup yazıp gizlice kapıların altından atıyor çok eğleniyorduk. Burada bir sürü şey öğrendim. Okumayı, yüzmeyi, masa tenisini. Arkadaşlarımdan futbol oynamayı öğrendim.
Çağdaş: On iki yaşındayım, 2009’da geldim. Yukarı çıkıp etüt odasına gitmiştim. Etüt odasında abi ve ablalar ders çalışıyorlardı. Beni sevgiyle karşıladılar. Sonra çiftliğe gidip, çiftliği gezdik. İneklerin yanına gidip, ot verdim. Burada okumayı, yüzmeyi, ağaca çıkmayı öğrendim. Cem bana hayvan bakmayı öğretti. Köpeklerden korkuyordum eskiden. Daha iyi bisiklet sürmeye başladım. Marangozhanede çalıştım, yeni şeyler öğrendim. Bu sene öğrendiklerimi uygulama fırsatım oldu. Aziz Dede’nin 100. Doğum günü için açılan sergi için tahta kasalar yapılması gerekiyordu. Bu kasaların yapımında ben de çalıştım. Marangozhanede çalışmayı, bahçede çamurdan ev yapmayı, Can ve Tunay’la maceralarımızı çok seviyorum. Evin iskeleti tahta kalaslarla yapıldı, duvarlarını da çalı ve çamurla sıvadık. Bahçede. Hâlâ görebilirsin evi.
Egemen: İlk günümü hatırlamıyorum ama bisiklet sürmeyi, havuza girmeyi ve Çağdaşlarla futbol oynamayı çok seviyorum.
Can: Ben de akşamları oynadığımız saklambaç oyunları ve Matematik Köyü maceralarımızı çok seviyorum.
Ilgın Deniz: On iki yaşındayım. Nesin Vakfı’na geleli henüz üç hafta oldu. Havuzu çok sevdim bir de bisiklete binmeyi.
Kumbara Dergisi: Günleriniz nasıl geçiyor? Neler yapıyorsunuz?
Gül: On üç yaşındayım. Vakıf’a üç yıl önce geldim. Burada hepimizin odası var. Odalarda dolaplarımız, kitaplığımız, çalışma masamız var. Bütün bunlar sayesinde kendimizi evimizde gibi hissediyoruz.
Yeni, boyanmış, temiz ve düzenli odalarımız, oyuncaklarımız var.
Günlük programımızın olması çok güzel. Yaşadığımız alanı biz temizliyor ve düzenliyoruz. Oyun oynuyor, yüzüyor, farklı sporlar yapıyoruz. Böylelikle ferahlıyoruz. Haftada bir gün birlikte film izliyoruz.
Düzenli etütlerimiz var. Kendi kendime çalışmayı çok seviyorum. Çalışmalarım erken biterse bazen sıkılabiliyorum ama etüt yapmayınca da özlüyorum.Furkan: Hayatımızı kolaylaştıran kurallar var ama biz bazen kurallara uymak istemiyoruz. Kurallara uymak istemeyince de “Kurallar çiğnenmek için vardır,” diyoruz.
Kenan: Her hafta Cuma günü toplantı yapıyoruz. Kuralları konuşuyoruz. Programı, etkinlikleri, odaları, yapılacak değişikleri hep birlikte konuşup kararlaştırıyoruz. Özgün Abla bize kitap veriyor veya tavsiye ediyor. Bir sonraki haftaya kadar kitabı okuyup toplantıda okumak isteyen başka bir arkadaşımıza veriyoruz.
Her ay aile toplantısı yapıyoruz. Vakıf’taki herkes, çocuklar, gençler, çalışanlar bu toplantıya katılıyor. Birlikte Vakıf’ı nasıl güzelleştirebileceğimizi konuşuyoruz. Bu toplantılarda herkes fikrini söylüyor. Beraber konuşup karar veriyoruz.
Egemen: Yazın kışa hazırlık yapıyoruz. Turşu, reçel yapıyoruz. Yemekler çok güzel. Okulumuz Vakıf’a çok yakın. Öğlen yemeklerimizi gelip burada yiyoruz. Dersler bitip Vakıf’a dönünce de ikindi kahvaltısı çıkmış oluyor. İkindiler çok eğlenceli. Hafta sonları ikindi kahvaltısında o hafta doğanların doğum gününü kutluyoruz.
Gül: Her yıl TÜYAP kitap fuarına gidiyoruz. Vakıf fuara gitmeden önce istediğimiz kitapları alabilmemiz için bize harçlık veriyor. Çok büyük bir yer olduğu için kaybolmayalım diye büyüklerimizle gidiyoruz. İki üç saat geziyoruz. İstediğimiz kitapları alıyoruz. Herkes o hafta aldığı kitapları okumaya başlıyor. Sonra değiştirerek bir ay içinde çok sayıda kitap okuyoruz.
Berivan: Ben burada ilk defa sahneye çıktım. Almanya’dan bir grup gelmişti, on beş kişilik bir grup. Bu grupla birlikte bir oyun çıkardık. Aziz Nesin’in bir öyküsünü oyunlaştırıp sahneledik: Deli Kaçtı. Ben deli rolünü oynadım. Delinin arkadaşı Aziz Nesin’i de Tunay oynuyordu.
Kumbara Dergisi: Başka kimler rol aldı oyunda?
Kenan: Ben de vardım. Almanya’dan on beş kişilik bir grup geldi. Bizden büyüklerdi. Biz onlara Türkçe öğrettik, onlar da bize oyunu sahnelememizde yardım ettiler. Müzikal bir oyundu. Ben polis rolündeydim.
Esat: Onlara bir sürü Türkçe kelime öğrettik. Başlangıçta hazırlık yaptık ve kısa sürede oyunu çıkardık.
Furkan: Son gece tiyatroyu sahnelemenin ardından parti yaptık. Çok eğlenceliydi.
Gül: Büyüklerle çalışmak çok eğlenceliydi. Kısa sürede çok hızla ilerledik. Başta bu kadar kısa zamanda nasıl yetiştireceğiz diye kaygılıydım. Başlangıçta sadece hareketler yaptık, örneğin heykel gibi durmayı çalıştık. Bunlar ne işimize yarayacak diye düşünüyordum önce, sonra bu uygulamaları oyunda da kullanacağımızı fark ettim. Başta yaptığımız hazırlıklar sayesinde çok hızlı ilerledik. Çok güzel bir oyun oldu.
Tunay: Oyunda baş roldüm. Delinin arkadaşı Aziz Nesin’i oynuyordum. Tiyatro deneyimi sayesinde topluluk karşısında utanmadan konuşmayı öğrendim.
Cem: Ben teknoloji bağımlısı bir karakteri oynuyordum. Sürekli bilgisayar oyunu oynuyor etrafımdakileri hiç duymuyordum. Canlandığım karakter sayesinde bir şeylerin farkına vardım. Oyun çok güzeldi, çok disiplinli ve eğlenceli bir çalışmaydı.
Ulaş: Pazardaki güvenliktim, hırsızı yakaladım. Ezber egzersizleri ve grup çalışması yapmak çok güzeldi.
Kumbara Dergisi: Anlatmak istediğiniz başka etkinlikler var mı?
Çağdaş: 23 Nisan Şenliği. Bu sene şenliğe beş bin kişi katıldı. Bir sürü oyun oynadık.
Furkan: Beş altı gün öncesinde hazırlıklar başlıyor. Çuval yarışı, yüzük alma, elma ayma oyunları oynuyoruz. Çok güzel yemekler oluyor ve her şey bedava. Resimler çekiliyor, satranç oynanıyor.
Tunay: Okullarımızdan ödünç masalar alıp yerleştiriyoruz. Satranç, çuval, ip etkinlikleri; voleybol, futbol oynuyoruz. Kurulan tezgahlarda biz de çalışanlara yardım ediyoruz. Çok heyecanlı oluyor.
Egemen: Bir tane vosvos gelip bahçeye park etti. Kapılarını açtılar. Biz bir sürü çocuk vosvosun içine doluşup oyunlar oynadık. Taksicilik yaptık. Daha bir sürü oyun oynadık.
Gül: 23 Nisan’da çok eğlenceli şeyler oluyor. Hazırlıklar için çok çalışıyoruz. Çok misafir geliyor. Bir sürü etkinlik yapılıyor. Etkinliklerin ardından da ortalığı birlikte temizliyoruz. Çok yoruluyoruz, onun için herkes gelsin, kaçırmasın!
Tunay: Mayıs Pikniği de var. Aileler yanlarında yemeklerle Vakıf’a geliyor. Eski vakıf çalışanları ve gönüllüleri de bu piknikte bir araya geliyorlar. Hep birlikte yemek yeniyor. Akşama doğru konserler oluyor, hep birlikte şarkılar söyleniyor.
Furkan: Yılbaşı kutlamalarını da çok seviyorum ben. Balon şişiriyoruz, yemekleri, pastaları taşıyoruz. Şarkı söyleyip dans ediyoruz. Hep birlikte geri sayım yapıyor sonra pasta yiyoruz. Sonra hediyeleri dağıtıyoruz. Herkes yılbaşı öncesinde en çok istediği hediyeyi söylüyor. Sonra bu hediyeler alınıp yılbaşında bize dağıtılıyor.
Kumbara Dergisi: Fırsatınız olsaydı Aziz Dedenize ne söylemek isterdiniz?
İlayda: Baksana senin izinden devam ediyoruz derdim.
Gül: Bizi okumaya sevk ettiği için teşekkür ederdim. Bu kadar iyi eğitim alamayabilirdik. Hepimiz iyi okullardayız. Eğitimimiz için teşekkür ederdim.
Ulaş: Sana borcumu nasıl ödeyeceğimi bilmiyorum derdim. Ben de ileride Vakıf’ı korumak istiyorum. Çalışarak, okuyarak...
Ilgın Deniz: Aziz Nesin’in ağzından burayı neden yaptığını duymak isterdim.
Maide: Böyle bir yerin çok zor yapılmış olduğunu düşünüyorum. Nasıl oldu da bu kadar çalıştı, bu zorlukları aştı onu sorardım.
Furkan: Ona teşekkür ederdim bize bu vakfı bıraktığı için. Ona bir güzel sarılıp öperdim. Başka neler
yapmak isterdi diye sorardım.
Kenan: Bize bu eğitimi sağladığı, böyle güzel bir yer yaptığı için ona teşekkür ederdim.
Esat: Beni okula götürmesini isterdim, onu arkadaşlarımla tanıştırmak için.
Berivan: Yanaklarından öperdim.
5 Ağustos’ta Brezilya’nın Rio de Janeiro kentinde 31. Olimpiyat Oyunları düzenlenecek. Modern olimpiyatların birincisi 1896’da Atina’da yapılmıştı. 120 yıl önce düzenlenen ilk olimpiyatlarla birlikte aslında bir efsane yeniden canlanmıştı. Bu, genç Phidippides’in yaşamı pahasına yaptığı “Marathon” koşusuydu. Gelin hep birlikte bu olimpiyat oyunlarının simgesi sayılan maraton efsanesine şöyle bir göz atalım.
MÖ 490 yılının Eylül ayında on Atinalı general çok zor bir karar vermek için bir araya geldiler. Önlerinde yanıtlanması güç bir soru duruyordu: Marathon kenti yakınlarında saldırı için bekleyen güçlü Pers ordusuna Atina’yı teslim etmek mi, yoksa vatanlarını korumak için çok zorlu bir mücadeleye girişmek mi? Atinalı askerlerin sayısı Perslerden çok daha azdı; ama yine de aileleri ve vatanları için savaşmaya karar verdiler.
Birliklerin komutanı Miltiades savaşa hazırlık emrini verdi. O dönemin yaygın taktiği, tek sıra halinde dizilen askerlerin yavaşça ilerlemesi şeklindeydi. Ancak komutan Miltiades farklı bir yöntem izlemedi. Askerlerine olabildiğince geniş bir alana yayılıp hızlıca ilerlemelerini emretti. Böylece düşmanın arkalarına dolanması engellenecekti.
22 /48
Phidippides’in Marathon yolundaki heykeli.
23 /48
İki ordu Marathon kenti yakınlarındaki ovada karşılaştı. Hücum borularının çalmasıyla birlikte savaş başladı. Mızrak, kalkan, miğfer ve zırhlarını kuşanmış Atinalı askerler gruplar halinde ilerlediler. Ne atlıları ne de okçuları vardı. Ancak kalabalık ve güçlü Pers ordusuna doğru bir anda dağlardan akmaya başladılar. Köşeye sıkışan Persler korku içinde dağıldı. Atinalılar muhteşem bir zafer kazandı.
O sırada Phidippides adlı genç bir asker yorgunluktan tükenmiş bir halde yere yatmış dinleniyordu. Marathon Savaşı’ndan önce yardım istemek için Sparta’ya koşmuş ve geri dönmüştü. Yaklaşık 300 kilometreyi iki günde gidip gelmişti. Phidippides’e komutanın kendisini çağırdığını söylediler. Komutan Miltiades, genç askerin 42 km uzaklıktaki Atina’ya gidip zaferi müjdelemesini istedi. Çok yorgun olmasına rağmen, Phidippides bu emri yerine getirmek için Atina’ya doğru yola çıktı. Nasıl mı? Tabii ki yine koşarak!
Phidippides dinlenmek için hiç durmadı, hatta yavaşlamadı bile... Gece boyunca da koştu. Endişe ve korkudan gözlerine uyku girmeyen Atinalılar kentin sokaklarında toplanmış, merakla savaşın sonucunu bekliyorlardı. Bir an kendilerine doğru koşan birini fark ettiler ve aceleyle ona yöneldiler. Umutsuzca bekledikleri haber gelmişti. Phidippides kalabalığın arasından kendine yol açtı ve zafer müjdesini iletti. Sonra da yere yığıldı ve öldü.
Bu öykünün ne kadarı efsane, ne kadarı gerçek; bilemiyoruz. Ancak günümüzdeki olimpiyatlarda yapılan uzun mesafe koşusu adını bu olaydan alıyor. Phidippides’in koştuğuna yakın bir parkurda (tam 42.195 m!) ve sert bir yolda yapılan dayanıklılık koşusuna maraton deniyor. Günümüzdeki maratonlarda yarışan genç erkek ve kadınlar dayanaklılıklarını ve güçlerini sınarken bu savaş yorgunu Atinalı gence de bir selam gönderiyorlar.
Bu yaz neler yapacaksınız? Ailenizle birlikte bir sahil kasabasına ya da hiç görmediğiniz yerlere gitmek, yaşıtlarınızla birlikte on beş günlük bir kampa katılmak gibi planlarınız olsa da büyük olasılıkla tatilin bir bölümünü de yaşadığınız kentte geçireceksiniz değil mi? Gündüzlerin genellikle biraz sıcak ve uyuşuk geçeceği güzel tatil günlerinin hafif esintili akşamüzerlerine biraz renk katmaya ne dersiniz?
Kaykayın üzerinde rahat etmek için bir çift kaykay ayakkabısı, bu spora özgü rahat edebileceğiniz giysiler giymek; güvenli kayabilmek için bir kask, bileklik ve dizlik kullanmak çok önemli. Bir de mümkünse yalnız değil de arkadaşlarla birlikte kaymak!
24 /48
Size bu kez de birçok şey gibi yine can sıkıntısının verdiği ilhamla doğmuş bir sporu öneriyoruz. Kaliforniya rüzgâr sörfçülerinin denizin çarşaf gibi dümdüz olduğu günlerde yarattıkları bir spor bu. 1940’lı yılların sonunda denizde rüzgâr sörfüyle yapılan hareketler sokakta da yapılabilir mi sorusundan yola çıkıp tahta kutuların ya da düz tahta parçalarının altına paten tekerlekleri monte ederek başlamışlar işe. İlk kaykay işte, böyle doğmuş. Bugün bedeninize, becerinize ve keyfinize uygun kaykaya karar verebilmek için saatlerinizi geçirebileceğiniz kadar çok çeşit var.
Türkiye’ye kaykay sporu ancak 1980’li yıllarda girmiş ve popüler hale gelmesi oldukça uzun zaman almış. Bugün başta İstanbul, İzmir, Bursa ve Ankara olmak üzere birçok kentte özel kaykay parkları var. Bu parklar, kaykay sporunun eğlenceli hareketlerini çalışabileceğiniz özel rampalarla donatılmış durumda. Başka bazı kentlerde özel parklar olmasa da bu sporu yapmaya elverişli mekanlar meraklı gençlerle dolup taşıyor. Kendi kentinizdeki kaykay yapmaya elverişli mekanları ve daha birçok önemli bilgiyi www.skateboardingturkey.com adresli internet sayfasından öğrenebilirsiniz.
Arkadaşlarınız kaykay sporu ile ilgili deneyimlerini paylaştılar:
Kerem
13 yaşında
Leyla
12 yaşında
Zor bir spor olan kaykay son zamanlarda oldukça popüler. Benim de geçtiğimiz yaz başladığım ve severek yaptığım kaykayın alt dalları da var. Bunlar sokak stili (streetstyle), eğitim stili (vertstyle), serbest stil (freestyle) ve yokuş aşağı (downhill) olarak dört gruba ayrılıyor. En yaygını sokak stili. Şahsen ben sokak stili ve yokuş aşağı yapsam da diğerlerinin de çok seveni var. Sokak stili dediğimiz, sokakta herhangi bir kaldırım, basamak ya da rampada yapılan çeşitli hareketlerden oluşuyor. Zor fakat internette çokça eğitim videosu var. Başlangıç hareketlerinden başlayarak ileri düzeylere geçen sokak stilcilere “ollie” hareketini tavsiye ediyorum. Daha sonra flip dediğimiz zıplayarak kaykayı çevirmek var; ancak bu tabii daha ileri bir düzeyde yapılabilir. Yokuş aşağı dediğimiz stilde teknik beceri göstermeden yokuşlardan aşağı doğru kayılıyor. Dengeyi sağlamak zor olsa da arkadaş grubuyla yapmak oldukça eğlenceli.
Ben bir anımı anlatmak istiyorum,
daha doğrusu kaykaya bakışımın nasıl değiştiğini. Normal bir gündü. Canım çok sıkılmıştı. İnternetten ne yapabileceğime baktım, fakat güzel bir şey bulamadım. Sonra aklıma kaykay sürmek geldi. Fakat düz yolda heyecansız bir şekilde sürmek de ilgimi çekmemişti. Bilgisayarımı açıp kaykaylarda yapılabilecek hareketlere baktım. Birkaç hareketi anlamaya, çözmeye çalıştım. Bahçede bu hareketleri yapamayacağım için parka gittim. Oradaki eşyalarla kendime rampalar oluşturdum. Hareketleri gerçekten de yapabiliyordum!
O gün kaykayın yalnızca yokuşlarda değil, her yerde kullanışlı olduğunu fark ettim.
25 /48
Böcekleri çok seven, hayatını onlarla geçiren insanlar olabilir mi acaba? Varsa, bunlara ne denir? Çılgın mı, yoksa korkusuz mu? Yanıt, hiçbiri! Evet, insanın karşısına kolay kolay böyleleri çıkmaz! Genellikle insanlar böceklerden korkar ya da tiksinir; hatta entomofobi diye bir korku tipi bile vardır. Oysa kimileri bu canlıların peşinden koşar! İşleri güçleri bu olur, bütün gün böcek arar dururlar…
Böceklerin renkleri, biçimleri, yaşamları, antenleriyle iletişim kurmaları, sabırla yuva yapmaları ve onlarla ilgili daha birçok şey size de ilginç geliyorsa, siz de bir “böceksever” olabilirsiniz. Öyleyse gelin, bu konuda size örnek olacak biriyle tanıştıralım sizi. İşte, karşınızda böcek koleksiyoncusu Onur Kenber.
Böyle Sevgi
Görülmedi
!
Kumbara: Kendinizden ve uğraşınızdan biraz söz edebilir misiniz?
Onur Kenber: Ben bir mimarım, Yıldız Teknik Üniversitesi’nde ders veriyorum. Ama en sevdiğim şey böceklerle uğraşmak… Bu merakım İstanbul’da, Bağdat Caddesi’ndeki devedikeni çiçeğine gelen böceklere bakarken başladı. Ölmüş olanlardan birkaç örnek aldım, eve götürdüm. Sonra böceklere olan ilgim gitgide arttı. En sonunda kendimi bir böcek koleksiyonunun içinde buldum!
Kumbara: Çocukken böceklerle aranız nasıldı? Onlardan korkar mıydınız?
Onur Kenber: Hiç korkmazdım. Akrep ve yılandan bile korkmazdım, tabii onlar böcek değil aslında, çocuklar iyi bilir!
Kumbara: Nerelerde böcek topladınız?
Onur Kenber: Türkiye’nin her yerinde böcek topladım. Özellikle Artvin, Çoruh, Yusufeli’nde çok ilginç böcekler var. Bir de Zeugma ve
Halfeti’de, baraj gölü oraları doldurmadan önce böcek toplamıştım. Güneydoğu’nun böcekleri de çok farklı…
Kumbara: Peki, koleksiyon yapmak için böcekleri öldürmek mi gerekiyor?
Onur Kenber: Evet, ama öldürmeden de yapılabilir. Ölmüş böcekleri üzerinden çok zaman geçmeden toplayıp eve götürebilirseniz, çok iyi! Çünkü ölü böcekler hemen bozuluyor. Hiçbir canlı doğada ölü olarak kalmıyor. Bir başka canlı geliyor ve onu parçalıyor. Özellikle böcekler bunu çok iyi yapıyor. Koleksiyona koymak için öldürmek başka bir şey, orada bilimsel bir amaç var. Ama ben ayağımı sokacak diye bir tane bile böcek öldürmem.
Kumbara: Türkiye’deki böceklerin ne gibi
sorunları var?
Onur Kenber: Koleksiyon için bir böceği öldürmeye bile çekinirim. Ama tarımsal ilaçlarla binlercesi öldürülüyor. Otoyollarda binlerce böcek ölüyor. Arabaların içine girip ölenleri
26 /48
toplasanız, ne demek istediğimi anlarsınız. Fakat asıl sorun türlerin değil, habitatların, yani doğal yaşam alanlarının yok olması bence.
Kumbara: Evdeki böceklerle nasıl baş ediyorsunuz? Sevmediğiniz böcekler var mı?
Onur Kenber: Eve giren böcekleri pek ilgiyle karşıladığım söylenemez! Çünkü ev onlara göre bir habitat değil. Mesela eve bir arı girerse, öldürmeden dışarı çıkarmaya çalışıyorum. Sevmediğim böcek yok, ama dermestid adlı bir böcek türünü koleksiyonumdan uzak tutuyorum. Çünkü bu böcekler önüne ne çıksa öğütüyor. Bir koleksiyonun bir köşesinde ufacık bir delik bulsalar, bütün kutuyu mahvediyorlar, hepsini yiyorlar. Onları öldürmüyorum, ama eve de sokmuyorum.
Kumbara: Çocuklara böcek koleksiyonu yapmayı öneriyor musunuz?
Onur Kenber: Ben çocuklara koleksiyon yapmak yerine böcek fotoğrafları çekmelerini öneririm. Bir tane bile böcek öldürsünler
istemem çünkü. Koleksiyoncu değil, asıl böcekbilimci olsunlar hatta. Nasıl böcekbilimci olunur derseniz… Üniversitede biyoloji okumak, sonra zooloji (hayvanbilim) alanına yönelmek ve en sonunda entomoloji, yani böcekbilim çalışmak gerekiyor. Van’da çalışan Ahmet Koçak gibi ünlü bir böcekbilimci, bir kelebek uzmanı olabilirler mesela.
Kumbara: Son olarak, sizden böceklerle ilgili bir anınızı dinleyebilir miyiz?
Onur Kenber: Bir keresinde Kaçkar Dağları’nda, daha önce hiç görmediğim bir böcek karşıma çıktı. Onu fotoğraflamak istedim; ama böcek uçarak uzaklaştı ve nehrin karşı kıyısına geçti. Ben de paçaları sıvayıp nehirde yürüyerek karşı kıyıya ulaştım. Bir hafta daha orada kalmama rağmen o böceğe hiç rastlamadım. Sonra yöreden biri bana şöyle dedi: “Nehrin suyu bu mevsimde az ve sıcak olduğu için karşıya geçebilmişsin. Başka bir mevsimde olsaydı, akıntı ve soğuk yüzünden seni Karadeniz’den çıkarırdık!”
27 /48
“Mutlu Yıllar Sana, Mutlu Yıllar
Sana, Mutlu Yıllar, Mutlu Yıllar,
Mutlu Yıllar Sana!!!”
James Jones uyanıp bir de baktı ki evcil kedisi şarkı söylüyor, burnunun dibinde kocaman bir hediye paketi sallıyor!..
Eh, ne de olsa bu herkesin bildiği sıradan kedilerden değildi. Bu, SüperKedi’ydi.
“Hediyeni kendi patilerimle paketledim,”
dedi gururla.
James, yattığı yerde doğrulup heyecanla paketi elledi. İçinde yumuşak bir şey vardı. Acaba neydi bu?
SüperKedi, Kaplan isimli sıradan bir sarman kedi olduğu zamanlarda James’e hiç hediye almazdı. Ama James’in küflü, toksik çorabını
Yazan:
Jeanne Willis
Kısa Öykü
Sesli Öykü
28 /48
yediğinden beri artık her şey çok farklıydı. Artık onun süper güçleri vardı.
Şarkı söylemenin, bir sürü dil konuşmanın, kötülerle savaşmanın yanı sıra seloteyp kullanmasını da beceriyordu.
“Kendim tasarladım,” dedi SüperKedi. “Umarım üzerine oturur.”
Paketin içinden; babasına ait eski bir pantolondan ve kız kardeşi Mimi’nin simli bale yeleğinden yapılmış bir süper kahraman kostümü çıktı.
“Senin en sevdiğin çizgi roman kahramanı Kaplan-Adam’dan esinlendim,” dedi SüperKedi. “Hadi, denesene!”
James yataktan çıktı, kostümünü pijamalarının üstüne giydi ve aynaya baktı. Yelek o kadar küçük gelmişti ki yelek gibi değil, büstiyer gibi duruyordu. Altına giydiği şort ise o kadar bol duruyordu ki, ipini bağlasa bile hâlâ altına çuval bağlamış soytarıya benziyordu. Ancak hoşuna gitmiş gibi davranmak için elinden geleni yaptı.
“Teşekkür ederim, SüperKedi!” dedi. Doğru sözcükleri bulmakta epey zorlanıyordu. “Bu... Eee... Şey... Bu...”
“Senin her zaman istediğin şeydi!” dedi SüperKedi onun sözünü kendi tamamlayarak. Yüzünde kocaman bir gülümseme vardı.
“Fantastik! Artık birbiriyle uyumlu süper kahraman kostümlerimiz var. Eh, ne de olsa biz bir takımız.”
“Doğru söylüyorsun,” dedi James.
“Birlikte Sayın Kont Gerisayım’ı nasıl alt ettik ama?”
Çılgın matematikçinin ismini duyar duymaz SüperKedi’nin tüyleri diken diken oldu.
“Dünyadaki tüm patatesleri nasıl yok etmeye çalıştığını asla unutmayacağım,” dedi. “Ancak işler sarpa sardığında tüm dünya bize güvenebilir... Bu arada, patates demişken... Mmm... Canım kızarmış patates çekti!”
James gülümsedi. Bazı şeyler, asla değişmiyordu. SüperKedi, bir aslanın hızına ve gücüne sahipti belki, ama midesi hâlâ o eski, tembel kedinin midesiydi.
“Kahvaltı ister misin?” diye sordu James kostümü üstünden çıkarırken.
“Kostümünle dolaşmayacak mısın?” diye sordu SüperKedi kaşlarını çatarak.
James hayvan dostunu üzmek istemiyordu, ama aşağıya o kılıkta inemezdi.
“Üstümden çıkarmayı hiç istemiyorum!” dedi. “Ama Mimi’nin beni süper kahraman
29 /48
kostümüyle görmesine izin veremem. Bizim suçla savaştığımızı öğrenirse, hemen annemlere anlatır. O zaman her şey berbat olur.”
“İyi akıl ettin,” dedi SüperKedi. O sırada, insan gibi iki bacak üstünde kapıya doğru yürüyordu. “Hadi aşağı kata kadar yarışalım... Bir an önce diğer hediyelerini de görmek istiyorum.”
James ona hatırlatmak zorunda kaldı: “Ailemin yanında Kaplan gibi davranmayı unutma sakın. İki bacak üstünde yürümek yok, tamam mı?”
SüperKedi, derin bir iç çekti; dört ayağının üstüne indi ve James’in peşi sıra basamaklardan inmeye koyuldu.
James, tüm doğum günü hediyelerine bayılmıştı. En çok yeni spor ayakkabılarını, meşin futbol topunu ve anneannesiyle dedesinin aldığı kimya setini beğenmişti. Setin içinde koruma gözlükleri bile vardı.
Keselerin içindeki tozları karıştırıp nasıl reaksiyona gireceklerini görmek için sabırsızlanıyordu. Tam kutudan test tüplerini çıkartıp harikalar yaratmayı umuyordu ki, annesi ona kırmızı bir zarf verdi.
“İşte sana büyük hediye,” dedi ona annesi. “Babandan ve benden.”
“Ben de hediye istiyorum!” dedi Mimi, yüzünü asıp masaya yumruklarıyla vurarak.
Kısa Öykü
“Ama bugün senin doğum günün değil,” dedi James. “Bugün, benim ve Kraliçe’nin doğum günü.”
James, doğum gününün Kraliçe’nin doğum günüyle aynı olmasını seviyordu. Bu, ona önemli biriymiş gibi hissettiriyordu. Ama Mimi, bu durumdan hiç hoşnut değildi.
“Neden benim doğum günüm bugün değil?” diye bağırıp, ağabeyini masanın altından teklemedi. “Bugün benim de doğum günüm olacak işte!”
Başka zaman olsa James, kız kardeşinin saçını çeker, ona saçmalamayı kesmesini söylerdi.
Ancak doğum gününde azar işitmek istemiyordu, bu yüzden Mimi’yi duymazdan gelip zarfı açtı. Bir anda gözleri parladı. İçinde, Londra Hayvanat Bahçesi bileti vardı.
“Bu öyle bildiğin sıradan biletlerden değil,” dedi annesi. “Bütün gün boyunca hayvanat bahçesi bakıcısıyla dolaşıp hayvanları, aslanları, hatta kaplanları bile besleyebileceksin.”
“Müthiş!” dedi James. “Teşekkür ederim!”
30 /48
James hayvanları, özellikle kaplanları çok seviyordu. En sevdiği çizgi roman kahramanının adı bile Kaplan-Adam’dı. Hatta evde baktığı kedisinin ismi bile Kaplan’dı!
“Bu haksızlık! Kaplanları ben besleyeceğim!” diye sızlandı Mimi.
“Hayvanat bahçesine ailecek gidiyoruz, Mimi,” diye açıkladı annesi.
James gözlerini devirdi. “Bana sormadan niye Mimi’yi doğum günüme davet ettiniz, hiç anlamıyorum,” diye şikâyet etti.
“Ben kaplanları beslerken yanıma yanaşmasa iyi olur. Heh heh!”
Mimi korkudan o kadar yüksek sesle bağırdı ki, SüperKedi patileriyle ellerini kapadı.
“Şşş!” dedi babası. “Şurada haberleri dinlemeye çalışıyorum. Kraliçe’nin sarayında çok tuhaf bir olay meydana gelmiş.”
Ardından radyonun sesini açtı.
“Elimize geçen haberlere göre Kraliçe’nin şafak vakti başlayan doğum günü şöleni sırasında Majesteleri, Kraliyet Ailesi ve misafirleri, Başbakan, Birleşik Devletler Başkanı ve Savunma Dairesi Başkanı; hepsi birden esrarengiz bir uyku hastalığına yakalandılar...”
Bu sürükleyici öykünün devamını SüperKedi Parti-Huysuzuna Karşı kitabında bulabilirsiniz...
200
sayfa
14 TL
31 /48
“Eyvah!” dedi James’in annesi.
“Acaba buna ne yol açmış?”
“İstiridyeyi çok mu kaçırmışlar?” dedi SüperKedi. Konuşmaması gerektiğini unutmuştu.
James, onun sesini bastırmak için yüksek sesle hapşırdı. Ama Mimi duymuştu. Şaşkınlık içinde SüperKedi’ye bakıyordu.
“Kaplan konuştu!” dedi.
James başını sağa sola sallayarak yeniden yüksek sesle hapşırdı.
“Ahh... Sana öyle geldi, bendim o!” dedi kız kardeşine.
“Şşş!” dedi babası. “Sinyor Mega-Tık diye biriyle röportaj yapıyorlar.
Adam, davetliler arasında uyku hastalığına yakalanmamış tek kişiymiş. Neler olduğunu bir tek o biliyormuş. Ayrıca hastalık bulaşır korkusuyla basın üyelerinin saraya girmesine izin verilmiyormuş.”
“Sinyor Mega-Tık mı?” dedi
James’in annesi. “Nereliymiş acaba? Bu adı daha önce hiç duymadım.”
“Sanırım adam başka memleketten,” dedi babası.
“Kraliçe, dünyanın her yerinden insanları davet etmiş. Tonga Kralı bile davetli. Hatta bir keresinde taksime müşteri olarak binmişti.”
“Sessiz olun,” dedi annesi. “Sinyor denen adamın anlatacaklarını dinleyelim.”
Sinyor Mega-Tık’ın başka memleketten olduğu belliydi, çünkü çok tuhaf bir aksanı vardı. Bana kalırsa adam kesin rol yapıyor, diye düşündü James.
“Ben Sinyoğ Mega-Tık. Majesteleği ve misafiğleği, sağayın hastanesine götüğüldüleğ. Kğaliçe ve misafiğleği uyanana kadağ kğaliyet doktoğlağının gözetimi altında kalacaklağ. Bu sırada, buradaki tek yetkili ben olduğumdan, artık ülkenin Kralı benim!”
James’in annesi ve babası, endişeli gözlerle birbirlerine baktılar.
“Bu adam kendini öylece ülkenin Kralı ilan edebilir mi?” dedi annesi.
“Bütün Kraliyet Ailesi ve Başbakan uyuduklarına göre, canı ne istiyorsa yapabilir herhalde,” dedi James’in babası.
“Ama adamı hiç tutmadım.” James de aynen böyle düşünüyordu.
“İçime bununla ilgili kötü hisler doğuyor, SüperKedi,” diye fısıldadı James. “Hazırlıklı olmalıyız.” SüperKedi, insan gibi kullanabildiği başparmağını kaldırıp “tamam” işareti yaptı. James o sırada hediyelerini toplayıp masanın başından kalktı.
“Anne, biz yine de bugün hayvanat bahçesine gidiyoruz, değil mi?” diye sordu.
“Evet, yani bir aksilik olmazsa,” dedi annesi.
“Hadi gidip hazırlanın. Sen de Mimi.”
James, kendine söyleneni yaptı. Ama bütün günü hayvanat bahçesinde geçirmeye hiç niyeti yoktu. Bir yolunu bulup Kraliyet Sarayı’na girmesi gerekiyordu. Hem de bir an önce! Ancak soru şuydu – SüperKedi’yi nasıl yanına alacaktı?
13.000 m
10.000 m
5.000 m
0 m deniz düzeyi
-5.000 m
-10.000 m
-16.000 m
Yolcu uçağı
10.000 m
Dünyanın
en yüksek dağı
Amerika’nın en yüksek dağı
Afrika’nın
en yüksek dağı
Avrupa’nın
en yüksek dağı
Türkiye’nin
en yüksek dağı
Aconcagua
6.963 m
Kilimanjaro
5.895 m
Elbruz
5.642 m
Halife Burcu, Dubai
828 m
Keops Piramidi, Mısır
138 m
Ağrı
5.137 m
Everest
8.848 m
Dünyanın
en yüksek binası
Krubera mağarası
Gürcistan’daki bu mağara o kadar derin ki sonuna ulaşmak
27 gün sürüyor.
Mponeng
altın madeni
Güney Afrika’daki dünyanın en derin altın madeni Mponeng’e her gün 4500 dolayında işçi iniyor ve altın çıkarıyor.
Sakhalin
petrol kuyusu
Rusya’nın Sakhalin Adası’ndaki bu petrol kuyusu insanların açtığı en derin kuyudur.
-2.197 m
-4.000 m
-12.345 m
32 /48
8000 m’den yukarıda oksijen miktarı o kadar azalır ki özel tüpler olmadan soluk almak olanaksızlaşır. Bu nedenle Everest’e çıkan dağcılar da oksijen tüpü ve oksijen maskesi kullanırlar.
kıta sahanlığı
Titanic batığı, 1912
Atlas Okyanusu
Titanic yolcu gemisi 1912’de bir buzdağına çarpıp batmıştır. Enkazı inceleyen bilim insanları demir yiyen bir bakteri keşfetmişlerdir. Bu bakteri yüzünden 20 yıl sonra enkazdan geriye yalnızca bir iz kalacağı düşünülüyor.
Deepsea Challenger
denizaltısı
Bu denizaltıyla 2012’de dünyanın en derin çukuru olan Mariana Çukuru’na inildi. Tek kişilik bu minik denizaltının kaptanı Titanik ve Avatar filmlerinin ünlü yönetmeni James Cameron’du.
Mariana
Çukuru,
Büyük
Okyanus
Dünyanın en derin doğal çukuru
İspermeçet balinası
Derine dalabilen en büyük memeli türü.
Karanlık Deniz
Güneş ışığı bu noktadan sonra etkisini yitirir.
Salyangoz balığı
Videoya kaydedilebilmiş, en derinde yaşayan balık türü.
-3657 m
-2.000 m
-1.800 m
Sirrüs bulutları
5.000-13.000 m
deniz düzeyi
-11.994 m
Kümülüs bulutları
1.000-3.000 m
33 /48
İllüzyon
Her illüzyon gösterisinde olduğu gibi bunda da kusursuz bir gösteri için önceden seyircisiz birkaç çalışma yapmanızda yarar var. Bardağı masaya ters çevirip koyma aşaması, birçok illüzyon gösterisinde olduğu gibi biraz el çabukluğu istiyor.
Kâğıt ya da plastikten (yani saydam olmayan) 3 bardak
4 parçaya ayıracağınız bir peçete
Gerekenler
34 /48
35 /48
Yaramaz kedilerin başlarına geleceklerden habersiz bir şekilde, minik köpek yavrusuyla dalga geçtikleri bu iki kare arasındaki 10 farkı bulabilecek misiniz?
Şimdi Ne Olacak?
Aklınızı
Kullanın
36 /48
Beyninizi Çalıştırın!
Karenin içini A’dan F’ye kadar harflerle öyle doldurun ki yalnızca her satır ve her sütunda değil, karenin içindeki küçük dikdörtgenlerde de A’dan F’ye kadar harfler olsun.
Sudoku
C
B
E
F
D
C
F
F
B
B
B
D
A
A
A
Kutuları doldurmak için, kutuların üzerine istediğiniz harfi bulana kadar tıklayınız.
37 /48
Aklınızı
Elinizde birbirinin aynı görünen 9 bilye var. Bunlardan biri diğerlerinden azıcık daha ağır. Aşağıdaki teraziyi yalnızca 2 kez kullanarak ağır olan bilyeyi bulabilir misiniz?
İki Tartıda İşlem Tamam
Kullanın
38 /48
Adları yanlış yazılmış bu deniz hayvanlarını bulabilir misiniz?
Cevabı bulmak için doğru resme tıklayınız.
Deniz Hayvanları
39 /48
Satranç
Oynuyoruz
İki Fil ile
Mat Etmek
Çekişmeli geçen bir satranç oyunuydu. İki taraf da düşünerek oynuyor ve dikkatli hamleler yapıyordu. Oyun ilerledikçe beyaz bir fil öne geçmeyi başardı. Geriye düşen siyah daha dikkatli oynamaya çalışsa da ikinci filini kaybetmekten kurtulamadı. İki fil geride olan siyahın aklına çok güzel bir fikir geldi. Eğer geri kalan tüm taşları değişmeyi başarabilirse, oyunda yalnızca beyazın iki fili kalacaktı. Eğer beyaz iki fil matını bilmiyorsa oyun berabere bitecekti. Hamleler birbirini kovalıyor, zaman uzadıkça uzuyordu. Siyah oyuncu dikkatli hamlelerle geri kalan tüm taşları değişmeyi başardı ve beyazı iki filiyle baş başa bıraktı.
Hamle sırası kendisinde olan beyaz iki fil matı için satranç derslerinden öğrendiği ilk adımı anımsadı.
40 /48
Hayır
Evet
Evet
Hayır
Evet
Hayır
Evet
Hayır
Evet
Hayır
Evet
Hayır
10. Fc7 Şf8 11. Fd7 Şg8 hamleleriyle beyaz, rakibin şahını g8 karesine kadar götürmeyi başardı. Ama dikkatsiz bir hamle yaparsa, siyah şahın h7 karesinden uzaklaşabileceğini de fark etti. Bunu engellemek için hemen kendi şahıyla bu kaçış karesini kapatmayı düşündü.
12. Şg6 Şf8
Beyaz, anımsadığı üç adımı başarıyla uygulamış ve siyahın şahını satranç tahtasının köşesine sıkıştırmıştı.
Beyaz için geriye yalnızca mat hamlelerini oynamak kalmıştı. Siyah, mat olacağını ve kurtuluşunun olmadığını anlasa da beyazın mat etmesini bekledi.
13. Fd6+ Şg8 14. Fe6+ Şh8 15. Fe5#
Beyaz, adımları doğru izleyerek iki fil matını yapmayı başarmıştı.
Şah ve At ile mat edebilirim.
Şah ve At+Fil ile mat edebilirim.
Şah ve Kale ile mat edebilirim.
Şah ve Fil ile mat edebilirim.
Şah ve Vezir ile mat edebilirim.
Şah ve İki Fil ile mat edebilirim.
Aşağıda taş dengelerine dikkat ediniz ve mat edip edemeyeceğinizi seçiniz.
Alıştırmalar
Tüm taşlar değişilmiş ve geriye yalnızca şahlar kalmış. Bu durumda ne olur?
Beyazların yalnızca iki fili kalmış.
Kaç hamle içinde mat edebilmesi gerekir?
Pat beraberliği olur.
Şahını rakip tarafa ilk ulaştıran kazanır.
Yetersiz güç beraberliği olur.
16
50
75
41 /48
Genç Okurun
Yeni ve sıradışı tasarımı olan bu kitapta Dünyamız altı bölümde ele alınan 30 konuda anlatılıyor. Bölümler şunlar:
- Uzayın İçinde Dünya
- Yerküre’nin Yapısı
- Hava Koşulları ve İklim
- Suyla Kaplı Dünya
- Şaşırtıcı Ekosistemler
- Yerküre’nin Geleceği
Her konu yaklaşık 30 saniyede okunabilen bir yazıyla anlatılıyor. Bu yazının yanındaki sayfada da konuyu açıklayan bir resim ya da şema yer alıyor. Ayrıca konunun 3 saniyede okunan bir de özeti veriliyor. Her bölümden önce verilen minik sözlükler de bölümdeki konularda geçen bazı kavramları açıklıyor. Bu kitapla dünyamız hakkında birçok şeyi çok kısa bir sürede öğrenebilirsiniz.
Yazan: Anita Ganeri
Çeviren: Ali Berktay
Editör: Nevin Avan Özdemir
Hızlı Öğrenelim
Dünyası
42 /48
Kaplan bir zamanlar sıradan bir ev kedisiydi. Ama bir gün sahibi James’in küflü çorabını yiyince her şey değişti. O süper güçleri olan bir kediye dönüşüverdi. Şarkı söylemenin, bir sürü dili konuşmanın, kötülerle savaşmanın yanı sıra, seloteyp kullanmasını da beceriyordu.
Kraliçenin doğum günü şöleni sırasında kraliçe ve bütün davetliler uyku hastalığoına yakalanır. Bir tek Sinyor Megatık yakalanmamıştır. Süper kedi onun aslında Kont Gerisayım olduğunu anlar ve kraliçeyi kurtarmak için kolları sıvar. Bakalım başarabilecek mi?
Luke dünya rekorlarına takıntılı bir şekilde meraklı on yaşında bir çocuktur. Port Bren köyünde annesi ve büyükbabasıyla birlikte yaşar. Doğum gününde köyün bir tehlikeyle karşı karşıya olduğunu öğrenir. Köyün evleri yıkılıp atık tesisi yapılacaktır. Bunu engellemek için Luke köylülerin bir haftada 50 dünya rekoru kırmasını sağlayıp köyü dünyaya tanıtmayı planlar.
Çok komik olaylarla dolu bu sıcacık kitap yaz gecelerinde okumak için ideal.
Michael Scott
Ellie Irwing
Nicholas, Sophie, Josh ve Scatty Paris’e gelirler. Ama burası düşman kaynamaktadır. Büyücü Dee ve onun için çalışan Nicollo Machiavelli onları yakalamaya çalışmaktadır.
Artık herkes Josh ile Sophie’nin kehanette adı geçen ikizler olduğunu bilmektedir. Ancak kendileri de dahil kimse güçlerinin sınırlarını tahmin edememektedir. Ve olaylar hiç kimsenin beklemediği bir şekilde gelişmeye başlar.
Altı kitaplık bir dizinin ikincisi olan bu çok sürükleyici kitabı bırakıp da başka bir işle ilgilenmek neredeyse olanaksız.
Jeanne Willis
Büyücü
Rekor İçin
Süper Kedi
Parti-Huysuzuna Karşı
43 /48
İdil Su Ayaz
Zeytinburnu Ziya Gökalp İlkokulu 1/E
İstanbul
İldem Bulut
Türk Telekom İlkokulu 3/E
Mersin / Yenişehir
Zeynep Yetgin
Oğuzhan İlkokulu
İstanbul
Sizden
Gelenler
44 /48
Derin Su Yücesan
Bostancı Atatürk Ortaokulu 7/D
İstanbul
Selen Bilgineşi
İl Genel Meclisi İlkokulu 2/C
Gebze / Kocaeli
45 /48
Erkek ateşböcekleri yaklaşık 5 saniyede bir ışık yayar.
Bu eşsiz ışık gösterisinin aslında basit bir amacı vardır: üremek. Erkekler kendilerini dişilere olabildiğince güzel göstermek, onların ilgisini çekmek için yakarlar ışıklarını. Dişiler de beğendikleri bir
ışık gördüklerinde ona karşılık verir.
Işık, ateşböceklerinin bedenlerinde gerçekleşen kimyasal bir tepkime sırasında oluşur. Karınlarının alt kısmındaki özel hücrelerden lüsiferin denen bir madde salgılanır. Lüsiferin oksijenle tepkimeye girdiğinde ışık yayılır.
Ateşböceklerini yakalayabilirseniz, bir kavanozda tutabilirsiniz. Kavanozun kapağında hava girişi için küçük delikler açmayı ve tabanına da nem için ıslak bir parça kağıt havlu koymayı unutmayın! 1-2 gün sonra yine doğaya bırakırsınız...
Ateşböcekleri sıcağı ve nemi sever. Ilıman ülkelerdeki ormanlarda, çayırlık alanlarda, göl ve ırmak kenarlarında yaşarlar. Ama her yerde de göremezsiniz onları. Gördüğünüz zaman kendinizi şanslı saymalısınız; çünkü ılık bir yaz gecesinde ateşböceklerinin ışık gösterisinden daha etkileyici ne olabilir?
Mercek
Altı
Uçuşan Büyülü Işıklar
Ateşböcekleri
Ateşböceklerinin çıkardığı renk sarı, yeşil ya da turuncu olabilir.
46 /48
47 /48
48 /48